21 Şubat 2009 Cumartesi

Tespit: "Benim de bu derdim var işte"

Jr.Semiha ile kısa fakat kaliteli bir birliktelikten sonra (ki kendisi hayatıma “benim de bu derdim var işte” cümlesi ile yine renk kattı) döndüm. Çocukken mutlu olmak daha mı kolay ya da mutlu olunca bunu göstermek mi daha kolay? Gerçi büyüyünce de mutluluğu daha büyük yaşayan insanlar var. Akşam yemekte barton “çok mutluyum” dediğinde, biz eceyle “nasıl denir ki birdenbire” deyiverdik. Mutlu hissetsek de, çok mutluyum diye bir anda ifade edememek / ifade etmeyi akıl edememek (çünkü böyle bir alışkanlığın olmaması)…
Dönüşte çocukluğumdaki şekerlerden aldım. Deneyimsel Pazarlama işte aynen bu. Yıllardır içinde olup da, hakkında anlattığımız tüm koku / tat / duyu / duygu hikayesi aynen buna bağlanıyor. O şeker paketini görünce, kaç yaşında olduğumun hiç önemi kalmıyor. O şeker paketi de o kadar az yerde var ve o kadar özletiyor ki kendisini… Kar yağacak, hava çok fena olacak, avrupa'daki donduran soğuklar falan deyip, beni korkuttular. Uzun yollardan gidip, uzun yollardan dönmek zorunda kaldım ama iyi oldu. Bir tespitte bulundum böyle uzun uzun düşünürken: Sanırım hayatımın tüm alanlarında bir adaptasyon zorluğu yaşıyorum - sanırım her şeyin sebebi bu. Benim commitment problemi sandığım şeye dün ece alakası yok dedi. Bugün ben o konunun da adaptasyon sıkıntısı olduğunu tespit ettim. Uyumsuz bir insanım. Alışamıyorum. Ama bir kere alışınca da alıştığım / sevdiğim gibi olsun istiyorum. Düzen içindeki tetiklemeler ok, challenge is good yani ama (anlatması zor biraz) misal okul kapandı hadi tatile durumunu sevmezdim çocukken, kendim de anlamazdım; yazlıktakileri çok özledim, çok seviyorum niye gitmek istemiyorum diye. Sonra yaz bitince de, hadi okula diyemezdim, nefret ederek dönerdim istanbul’a – okul açılıncaya kadar ama sonra okulda da çok eğlenirdim. Evden çıkınca işe 1 saat araba kullanmayı bunun için seviyorum. Araba kullanmaya alışıyorum ve “tamam hocam, yetti” dediğim anda ofise gelmiş oluyorum. Ofisteyken “tamamdır, artık çıkıcam” demeden ben, bir sebeple çıkmam gerekirse, sinir geliyor. Aynı şey, hayatımın tüm pasajlarında var. Kısacası kar yağmadı ve fakat uzun yoldan dönmek iyi oldu. Şeker yiyip, müzik dinleyerek ve de hayata dair saptamalar, karmaşık ruh durumuma dair tespitler yaparaktan eve dönmek iyi geldi.
Geçen haftanın çok mühim bazı konuları yoğunluktan kaynadı. Tinder’ı anlatiyim bi tek. CRR’de 20:00’de başlayacağı duyurulan konserin, yakinen takip ettiğiniz gibi, biletleri konserden 1 hafta falan önce satışa çıktı. Konser 20:00’de başlayacak deniyorsa, söylenene “peki” diyen her ezik insanevladı gibi 20:00’de gidersiniz di mi? Biz de öyle yaptık. Sonra 21:00’e kadar Tindersticks bekledik – ki ben hakkaten sinir oldum. 20:00’de adı sanı duyulmamış ve bence sittinsene de duyulamayacak bir gerzek 6 parça falan gitarla inleyerek ve de apple laptopundan amfi soundu yarataraktan içimizi çekti, arada da Türkiye ile ilk tanışmasının 7 yaşındaykene midnight express’i seyretmesi ile olduğunu söyleyip, kendince espri yapmaya çalıştı. Gerçekten büyük fiyaskoydu. Neyse 21:00’de abilerimiz sahneye ışık saçarak tek tek çıktılar – intro’yu stuart’sız bize sundular. Mükemmeldi. Devamında da ağırlıklı olarak the hungry saw ve üç-beş klasikle bizi huşu içinde bıraktılar. Boobar come back to me özellikle şahaneydi, velhasıl sahne güzel, ses güzel, kitle gayet düzgündü. Sevdiğim müzikleri konserlerde canlı dinlediğimde, beni her daim en mesud eden ses nefeslilerden geliyor. Nefeslileri dinlerken ceket iliklenmesi gerektiğine dair bir inancım var. Tindersticks’in son albümünde de bu inancımı en tepelere çıkaran bir adam kendilerine destek vermiş. Terry hem şıktı, hem de zarif; yetmez kendisi o gece bize bu dünyadaki en müthiş sesleri sundu. Bazı insanlar vardır, onlar bizim yaşadığımızı bile bilmezken, biz kendilerini yaratan yüce varlığa şükürler ederiz: dünyamıza düşürmüş bu kişiyi diye.
Örnek veriyorum: Terry Edwards.

.

.

9 yorum:

ece arar dedi ki...

neyse en azından bi commitment sorunum var benim demezsin artık. şekerlerle ilgili tespit de harika, o kadar az yerde var ki, gördüğün an cebinde para olmasa mesela, adama yalvarıp yine de alırsın...

aslı hayvanı dedi ki...

ama commitment sorunu demek o değil mi zaten gülbencim ya? alışamamak, ısınamamak ya da adapte olamamak.

ha ama buna sorun demek yanlış olabilir. neden sorun olsunmuş? toplum birbirine commit eden insanlardan oluşuyor ve bunların hepsi de mutlu mesut yaşıyorlar diye mi? bööle bişii yok ki. sırf "yaşım geldi" diye evlenen kız, "bana bakacak, ütümü yapacak biri lazım artık" diye evlenen erkek. toplum bunlarla dolu. lafta bu commit mommit.

Gülben dedi ki...

yok yok onlar başka şeyler. şimdi commitment denen şeyde de adaptasyon olayı var ama sittinsene adapte olamıyorsun gibi, hep daldan dala falansın yani... benim durumum güçlük çekme durumu, zor adapte oluyorum, olunca da öyle kalsın istiyorum...
bi de commitment illa bir adama/kadına bağlanmak diil, arabana/evine/gözlüğüne falan da bağlanmak bu noktada, dökülüyor ama olsun ben buna alıştım, iyi bu böyle durumu.
ee amaann öf karışık bişi.

aslı hayvanı dedi ki...

hmmm annadım. ama yine de sorun yerine pozitif gibi görüyorum ben bu durumu. anormal bi insan olduğumdan kelli mi?

Gülben dedi ki...

evek :)
ya sorun diil belki de, sadece hayatı zorlaştıran bişey işte. bazı insanlar vardır, her ortama / insana falan hemen ısınırlar, onlar ısınınca ortam / millet de onlara ısınır... bi de işte bazı insanlar vardır (örnek veriyorum: ben) ömrübillah kaynaşamaz, hatta etraftaki insanlar ondan çekinir falan...
çok muzdaribim mirim.

şule dedi ki...

üniversitede bir sınıf arkadaşım bana "ben senden biraz çekiniyorum" demişti :) hatırladıkça gülerim. biz de böyle bir cinssiz işte. muzdarip olcak bir şey yok :)
bi de şekerlerde çok fena gözüm kaldı, söylemeden geçemeyeceğim

Gülben dedi ki...

hepsini yedimmmm :)
next time sana da alırım :)

aslı hayvanı dedi ki...

aa ben de benden çekinen insanlar tanıdım. hatta hala çoğu sanırım. burada okuyup da "nazif senin hakkından geliyor" diyip şaşıranlar var :)

Gülben dedi ki...

hadi len.
bırak sana haddini bildirmeyi, nazif'in sesi soluğu çıkmıyor bi kere.
ne kendi blogunda, ne başka bi blogta.
adeta dut yemiş bi bülbül kendisi.