28 Eylül 2009 Pazartesi

Nice...


Sonbahar geldi.
Karadeniz’de kar bile yağmış ama bize henüz yağmurlar, rüzgarlar.
Sevdiğimiz insanlar tatillerini tamamladılar döndüler, hayvandan – gülsene, en bi sevdiğim büyükustaya ve sevip sevmememden bağımsız etrafta görmeye alışık olduğum insanlara kadar.
Kırmızılar yine sıcak sıcak içimizi ısıtmaya başladılar. Kırmızıları koyduğumuz kocaman şeffaflar geri geldiler sık kullanılan rafına, boğazkereler bizim.
Kırmızı ojeler de geri döndü, seyrek de olsa. Siyah yüksek topuklar da, artık tahta parkelerde ince topukların izleri sık sık.
Sabah tüm stresimi alıp götüren noir desir yüksek volume evde. Bu hafta Babylon açılıyor. Sonra Akbank Caz başlayacak, Ghetto’da Roxy’de Babylon’da. Santral İst’da Otto yenilendi. Tamirane’de fısıl fısıl muhabbetlere başladık bile zaten. Filmekimi gelecek. Oz filmler seçecek, biletler alıp sadece bir cmts üstüste 3 filme gidip diğerlerinin hiçbirine gitmeyeceğiz muhtemel.
One More Person terk etti alemi... Tam da Lost çalarken inceden sızıntılı. Ama kendisini hakkaten sevdiğimden mi yoksa en içimden bir yerlerden iyi olacak diye düşündüğümden / iyi olsun istediğimden mi nedense hayatımda belki de ilk kez kötü ayrılmadım... Genelde ayrılırken tiksinen ben; O.M.P. için istiyorum ki: turuncu saçları kadar renkli olsun gelecek günler.
Tw’da K.V.’u ara ara duyunca, sanki sevdiğim bir bara gitmişim de, bir anda karşıma çıkmış gibi hissediyorum... Sevdiğin bir barda, sevdiğin bir adamı görmekten daha güzel ne olabilir ki!
Ve de uncle alex’in de dediği ve bize dedirttiği gibi: if this isn’t nice, what is?

5 Eylül 2009 Cumartesi

Not for Sale

Eski aşkım votkaya döndüm.
Daha çok yeniyiz birlikte, kendisi bu sıcaklardaki ferahlatma hali ile kandırdı beni yine. En son ne zaman beraberdik tam hatırlamamakla birlikte, uzun bir birliktelik olmayacağını düşünmekteyim, eylül artık, yakında kocaman şeffaflarda avuçlarımızı dolduran kuru sıkı kırmızıların zamanı olacak...
Artık eylül ve oldukça boktan geçen bir yaz bitiyor, sonbahardan biraz beklentim var, en azından 2 tane planlanma aşamasında seyahatim var; yaz sıcaklarından da acaip sıkıldım zaten.
Yaz sıcakları, safi pide yemeler, gün boyu oruçlar falan derken; zaten kıt zekası olan halkımızın beyni iyice pideye döndü sanırım.
Saçmalamalar üstüne saçmalamalara denk geliyorum.

Geçen gün Moda’da bir ilan gördüm, “sahibinden” olanlardan. Moda da o gün nasıl sakin, nasıl huzurlu; deniz şıkır şıkır, bebek gezdiren 2-3 kadından başka insan yok sokakta... Bitişik nizam, haftasonları katliam falan ama yaşanası gibi geldi. Aradım telefon numarasını, gayet normalmiş gibi bir sesi olan bir adam açtı. İşte “pardon” dedim, “müsait miydiniz”... “Bugün gelecek olan siz miydiniz” dedi, “yok” dedim, “ben demin geçtim de önünden, ilandan şeyettim”... “Gelin o zaman, burda konuşalım” dedi. “Geçtim ben artık ordan” dedim, “ne kadardı acaba?” “Fiyatı önemli değil, teşekkürler” dedi adam; kapattık telefonları...
Şimdi acaba, adam ani bir travma geçirip, “evim beğeniliyor demek ki satmiyim mi” dedi bir anda; yoksa amca aslında nuri alço falan mı, evi görmek için gidince “hava da çok sıcak, bi gazoz veriyim mi yavrum?” diyor gelenlere...