4 Şubat 2009 Çarşamba

Evde Yokum

Bütün cmts salonda köşe yastığından az hallice oturduğumu sanırım yazmıştım. Az hallice olmasının nedeni benim şarap da içebilen ve okuyabilen bir canlı oluşumdan kaynaklanıyor yoksa köşe yastığı dediğimiz (kırlent de tabir edilen) eşya ile aynı mekanda yaklaşık aynı alanları kapladık. Hiç ses çekebilecek durumda da diildim yine tahmin edileceği üzere; görsel ve işitsel basından uzak kalmayı tercih ettiğim gibi; yazılı ve sanal mecralara bile soğuktum bi miktar, para vererek okuduğum tek gazetemin cmts günü eki gelmedi üzüldüm, pazar günü ise kendisinden artık şiddetle sıkıldığım çok mühim yazarımızın veda yazısını okudum, adeta sevindim.
Bir ara kapı çaldı, kapı çalınışlarında çok tedirgin olan bir bünyem var – hemen gereğinden fazla sessizleşiyorum, "allahım kim ve neden gelmiş olabilir" derken içimden bir ses, elim gayri ihtiyari cep tlf’uma gidiyor (kendisi adeta bir uzvummuşçasına yanımda yakınımda olduğu için her daim, cep tlf’umu aramak diye bir şey söz konusu değil), hemen cebimi sessize alıyorum; hani olur da 10.kata çıkmışsa gelen ve kulağını kapıya dayamış cep telefonumdan yerimi tayine çalışıyorsa, asla evde olduğum onaylanamasın diye. Bu saniyelerde aklımdan hep aynı şeyler geçiyor (aynı sıralama ile aynı sorular ve aynı cevaplar): arabam otoparkta?! olsun, her yere arabayla mı gidicem? hem belki şu an uyuyorum, rahatsız edilmemem gerekmez mi? (di mi benjamin? evet evet tabi aynen)
Bu cmts de aynı şey oldu. Kapı çaldı. Önce şaşırdım, sonra hemen "aslında yokum ve kim bilebilir ki belki de gerçekten yokum?!?!" mood’una geçtim (syn nazif, psikolojikman incelemizi tabii ki bekliyorum ama olayı a/anti-sosyal boyutundan bi adım ileri götüreceğinizi ve bu sefer çocukluğuma ineceğinizi tahmin ediyorum, şuraya uzaniim ben, siz sorun ben cevapliyim).
Tam da bu noktada, femme fatale soruma aslıhayvanının cevabı olan sevdiğim kadın Aysel Gürel de geldi tabii ki aklıma (ki ayrı mı yazılacak burda?)
Yok olaya uygun bir şarkı sözü falan hatırladığımdan diil (AG söz yazarı olmanın ötesinde sanat tarihi okumuş, edebiyat öğretmenliği yapmış, tiyatrolarda / filmlerde oynamış, kitaplar yazmış bir kocaman kadın(dı)), bu kadar sıfata / vasfa (da) rağmen, ben AG’in temsil ettiği karakterin hastasıydım (hala da hastasıyım), aynı sebeple Semiha Berksoy’un da hastasıyım mesela (ancak aynı sebep zannederek Gülriz Sururi derseniz kırıcı olabilirim)… bu hasta olduğum kadınlara başka örnekler de verebilirim ama şu an AG’e işliyor kafam sadece.
AG’in (şehir efsanesi değilse), kapısı çalınınca “kim o?” dediğini ve hatta gelen müjde ar’sa misal “anne benim” cevabına “evde yokum” diye seslendiğini anlatmıştı annem bana – “yaşlanınca sen de öyle olacaksın” diye ekleyerek.
Bunun o klasik deliydi ne yapsa yeriydi, yok işte istediğini yapabilmek için deli sıfatını kendine verdirdiydi’lerden çok uzak ve çok şahane bir hikaye olduğunu düşünüyorum.
Henüz çalan kapıya “evde yokum” diye seslenmiyorum ama 40 sene daha yaşarsam yapabilirim yani inşallah, bi gayret, di mi?

13 yorum:

ece arar dedi ki...

1. okuduğu makaledeki özü anlamayan insan sorusu: ee kim gelmiş????
2. geçen gün elvin öyle bir giyindi ki dışarı çıkarken, yanakları da kırmızı kırmızı top allığa bulamış, özgür bizdeydi, semiha berksoy iki dedi, çok benzeterek. sen aysel, o semiha...
3. ki ayrı yazılır:)

nazif dedi ki...

syn. marshall, muhakkak çok ciddi bir rahatsızlığa işaret ediyordur kapı çaldığında açmamak ve içerde nefesini tutup beklemek. ama ben de zaman zaman "kimseyi beklemiyorum, defolsun kim geldiyse" diyerek aynısını yaptığım için tahlil etmekten acizim maalesef bu durumu. fakat eşinizi dostunuzu ambulans çağırmaya sevk edebilecek bu hallerinizi yazarak gösterdiğiniz cesaret takdire şayan şüphesiz. herkes yazamaz.

yalnız telefon konusuna takıldım biraz. ona nasıl tahammül ediyorsunuz ki? ben bir saat içinde üç kez çalarsa deliriyorum mesela. hatta kardeşim, iş arkadaşlarım filan çok özür diler bir gün içinde iki kez telefon etmek zorunda kalırlarsa. açıkçası sizin gibi hanım bir insanın telefonuyla böyle yakınlık kurması hayal kırıklığı yarattı asosyaller camiasında diyebilirim.

not: ece hanım'ın "ee kim gelmiş?" sorusunun ayrıca hayranıyım :)

Gülben dedi ki...

ama sevgili nazif, telefonu asla sesli iletişim için kullanmıyorum... hatta çaldığında ellerim titriyor sinirden, soğuk terler döküyorum. eskiden (biz gençken) ne güzeldi, telefonlarda kimin aradığı görülmez - o nedenle açılmazsa telefon, arayan tekrar arar ya da "aradım, bulamadım" derdi zaman sonra karşılaşıldığında; "yaaa tühhh" derdik biz de.. Şimdi öyle de değil, arayanın adı ekranda ısrarla gözükürken telefonu sessize aldığımız biliniyor, sonra da iletişim özürlü bir şahıs olarak geri arama yerine sadece bir "duymamışım, naber?" sms'i atmamız ayıp karşılanıyor dost camiasında... telefon bir uzvummuşçasına yakınımda ama asla konuşmak için değil, sms olsun e-mail olsun yazılı iletişim için.

ece, elvin'in semiha günlerini göremem diyordum ama erken yaştan semiha olacak kendisi, görürüm bu durumda :) şahane :)

nazif dedi ki...

hah sesli iletişim için kullanmıyorsanız tamam o zaman. neredeyse çok üzülecektim.

işin kötüsü kapatarak da kurtulamıyorsun ki, bu sefer telesekretere konuşuyor manyaklar. bela mısınız kardeşim, sevmiyorum işte. sesiniz de cihan ünal gibi değil simitçi gibi, niye ısrarla konuşuyorsunuz?
sms konusunda bir şikayetim yok çok şükür. en son geçen seçimlerde cem uzan bey bir sms atmıştı ülkemiz için yapacağı hoşluklardan bahseden; kendisine cevap yazdığım türkselde duyulmuş sanırım, "bu herife sms gitmesin bir daha" demişler, ondan beri kafam rahat.
e-mail ise güzel bir şey tabi. işimizi gücümüzü kimseyle konuşmadan yürütebiliyoruz. ama prensip olarak telefondan takip edilmesini tasvip etmiyorum. mail dediğin masaüstü bilgisayarımızda olur, müsait olduğumuz zaman bakıp cevap yazarız. telefonda olursa yazanın hemen cevap beklemesi olası. çok çirkin bir şey.

Gülben dedi ki...

ah azizim nasıl da doğru tespitler her daim olduğu gibi... o mail olayı gecenin 3'ünde kırmızı ışık olarak yanıp sönmek marifeti ile gözüme giriyor, uykumun ortasında / uyandığım anda tek gözle mail okuyorum. hastalık bi nevi. bi de okuduğunuzu bilen tüm iş insanları, "okudu ama cevap yazmadı" hırsı yapabiliyorlar tabi.. çirkin demişsiniz, çok haklısınız.

cem uzan'a cevap sms'i yazmanız şiir gibi :) yazdığınız sms'i bize de bi kuple okur musunuz? çok özel değilse.

nazif dedi ki...

tam isabet buyurmuşsunuz syn. marshall. hakikaten memlekete hizmet aşkıyla ayranı kabarmış bu mümtaz kişi, yapacağı vatanperverlikleri benim gibi sıradan bir insana sms atarak haber verme inceliğini gösterince bir anda cuş-u huruşa gelip kendisine ufak bir kaside yazmıştım cevaben. tabi aradan çok zaman geçti, hatırlamak mümkün değil içeriğini ama kendisinin memleket aşkıyla kor olmuş cesur yüreğine körükle koşmak istediğimden bahseden satırlardı naçizane.
basiretsiz halkımız bu altın saçlı, çelik bakışlı insanı mebus seçme basiretini göstermiş olsaydı biz de her gün yemeyip içmeyip meclis tv izliyor olurduk elbette. şansımıza küselim.

Gülben dedi ki...

cem uzan'ın miiitiinglerde polaroid makina ile anında şipşak foto çektirip halka dağıttığını ve averaj türk insanının / ailesinin yüzde bilmemkaçında kendisi + ailenin bir ferdinin resimlerinin olduğunu da hatırlar mısınız, bir anektod olaraktan??

aslı hayvanı dedi ki...

aysel'i geyiğe boğmuşlar beaaa :)

ya her gerizekalı ve önyargılı türk insanı gibi ben de bu kadını anormal, deli veya deli numarası yapan biri sanıyordum küçükken. sonra bir gün kadının şu kadayıf radikal yazarı neydi, adını unuttum, onla bir röportajını izledim. ağzım yere düştü hayretten. bööle derya gibi bilgili, kültürlü, inanılmaz bir insanmış. acayip bir zevkle dinlemiştim kendisini. toprağı bol olsun.

aslı hayvanı dedi ki...

kapı açma, açmama veya bu konuda ikirciklenme konusunda süpersonik bir hikayem var benim naçizane. eskiden abardumanımızda güvenlik görevlisi yokken çok fazla dilenci gelirdi kapımıza. ben de malum evde yannız yaşayan, gariban bi insan olduğumdan bunlardan çok korkardım. kapıyı açmasam da bu sefer "evde kimse yok" diye eve girmelerinden korkardım. bu ikinci dereceden korkularımı yenme çalışmaları kapsamında bir gün zinciri takıp kapıyı açtım, dilenci abi "höböbö" diyip bööle üstünde dua mıdır nedir arapça bişiiler olan bi kağıt verdi bana. onu satıp, parasını alacak ya. aniden panik olup, duayı aralıktan almak ve "yok istemiyorum" demek suretiyle kapattım kapıyı. elim ayaaama dolaştı, geri de veremedim. dilenci dolandıran bi insan olarak da tarihe geçmişimdir o gün sanırsam. "allam dua çaldım, çarpılıcam" diye de üçüncü dereceden bir panik daha yaptım takibinde hatta.

Gülben dedi ki...

aha hahahah dünyanın en komik ve korkak insanısın aslı. peki duayı alıp, kapıyı kapattıktan sonra; tekrar kapıyı açmadan önce (aradan 48 saat de geçmiş olsa), "allaaaam hala kapının önünde bekliyo olabilir mi o adam??" diye temkinli hareketler var mıydı? varmıştır kesssinnn :-)

nazif dedi ki...

kocası gelene kadar evde yangın bile çıkmış olsa o kapının açılmadığına bahse girmek istiyorum :)
dilencinin "höböbö" diyerek söze girmesi fiziken çok hırpaladı beni yalnız, kınıyorum. her tarafım ağrıdı gülmekten.

und, elbette hatırlıyorum polaroid pr çalışmasını sayın uzan'ın. bir de kalabalığı fazla göstermek için gazetede çıkan miting fotolarında insanları fotoşopla klonlama meselesi vardı. cem bey geç kaldı ama; ben yirmili yaşlarımdayken politikaya atılmış olsa kendim gibi soytarı en az yirmi kişi toplayıp her mitingine giderek coşardım. bambaşka olurdu ikimizin de kariyeri :D

aslı hayvanı dedi ki...

tabii ki açmadım :)

Gülben dedi ki...

yaaa bişey dicem, o adam hala bahçede / giriş katın boşluğunda falan yaşıyo olmasınn??