22 Şubat 2009 Pazar

Barbarlar içimizde...

J.M.Coetzee Güney Afrika doğumlu bir yazar. Kitap 1980de, kendisi 40 yaşındayken basılmış, 2003de Nobel almış. Cape Town’da doğup büyüyen bu adamın bir dönem Londra’da IBM’de bilgisayar programcısı olarak çalışmış olması çok acaip geliyor insana.
Belki de kitap zamansız ve mekansız olduğu için, insan Coetzee’nin IBM’de falan çalışmış olmasını yadırgıyor (Marianne konserde “i could never be an office person” dediğinde, “tabi mantıklı” dememiz gibi; Coetzee’nin de savaş muhabiri falan olmuş olmasını bekliyor insan). Süper bir insan olduğu kesin - wiki’de ve başka birçok kaynakta kendisine dair personality & reputation kısmında şu yorumlar var:

He is known as reclusive and eschews publicity to such an extent that he did not collect either of his two Booker Prizes in person. Rian Malan wrote that Coetzee is "a man of almost monkish self-discipline and dedication. He does not drink, smoke or eat meat. He cycles vast distances to keep fit and spends at least an hour at his writing-desk each morning, seven days a week. A colleague who has worked with him for more than a decade claims to have seen him laugh just once. An acquaintance has attended several dinner parties where Coetzee has uttered not a single word."

Adamımız ilk kitabını 1974de yayınlamış – Dusklands; sonra In the Heart of the Country var ‘77de; ’80de kitabımızla (yayınlandığı yıl) James Tait Black Memorial Ödülünü kazanmış. Devamında da bir sürü ödül ve özellikle Güney Afrika’yı onurlandırması nedeniyle bir sürü takdir var. Maşallah.

Kitapta olayın geçtiği yere dair bir bilgi verilmemesinin sebebi olayın her yerde / her dönemde yaşanabilecek olması. İnsanların huzur içinde yaşadıkları bir uç beldeye, merkezden birileri gelirler ve barbarların ülke genelinde huzuru kaçıracağı varsayımdan yola çıkarak ortamın bırakınız huzurunu kaçırmayı, bokunu çıkarırlar. Bu uç beldenin yönetimindeki kişinin (magistrate) anlattığı hikayede, insanların nasıl aslında hayvan (ya da barbar) oldukları ve de aslında nasıl da içlerinde tüm hayvani dürtüleri taşıdıkları çok da rahatsız edici olabilecek görüntüler çizilerek anlatılıyor. İnsanlardan tiksindiğimiz kadar var dedirtiyor yani. Toplumda herkes olmasa da en azından bazıları, var olan düzeni ve içinde bulundukları refahı aynı kalsın isterken (magistrate başta olmak üzere, ya da ilerleyen sayfalardaki drug store owner gibi); ezici çoğunluk hem bilmediklerinden korkuyorlar / kendilerini uzak tutuyorlar, hem de zaman içinde kötüleşen düzene alışıp giderek kötü olanı normal, daha da kötü olanı kabul edilebilir buluyorlar. Yaşadıkları düzeni değiştiren, kaçan ve de umutsuzluğa kapılan insanların kaybettikleri, ama işin-hiç-değilse-iyi-tarafı kötülerin de sonunda kaybettikleri bir kitap. İyiler de pek bir şey kazanamıyorlar maalesef. Magistrate “pain is truth, all else is subject to doubt”, “I have not asked for more than a quiet life in quiet times” diyor olacakları henüz yaşamaya başlarken.
İlk “barbar” grubundan aldıkları esirleri işkence ile yavaş yavaş öldürürken merkezden gelenler, içlerinden bir kızı yarı kör ve oldukça sakat olarak bırakıyorlar. Refahın üst seviyelerde olduğu şehirde dilenmek yasak, bu barbarian kız ise sakat ve çalışabilecek durumda olmadığı için dileniyor. Magistrate ile kızın çok sancılı ilişkisi de ağır depresyon kaynağı. Magistrate diyor ki bir seferinde: I catch myself in a moment of astonishment that I could have loved someone from so remote a kingdom. All I want now is to live out my life in ease in a familiar world, to die in my own bed and be followed to the grave by old friends…
Merkezden gelenler geri dönerlerken ortada barbarlar falan yok – kitabın başından itibaren bildiğimiz gibi. Barbarların yaptığını sandıkları / sandırdıkları her şeyi kendileri yapan aptal adamlar donlarını zor toplayıp geldikleri yere geri giderlerken; magistrate bu geçen zamanı yazması / anlatması gerektiğini düşünüyor: “After which the barbarians will wipe their backsides on the town archieves. To the last we will have learned nothing. In all of us, deep down, there seems to be something granite and unteachable.”

Velhasıl içinizi acıtan ve de sıcak evinizde, kahveniz yanınızda, huzurunuz tavana vurmuşken, oturduğunuz yerde sizi rahatsız eden kitaplardan. Pek şahaneydi.



"Barbarian" is a pejorative term for an uncivilized person, either in a general reference to a member of a nation or ethnos, typically a tribal society as seen by an urban civilization either viewed as inferior, or admired as a noble savage. In idiomatic or figurative usage, a "barbarian" may also be an individual reference to a brutal, cruel, warlike, insensitive person. – wikipedia
http://www.english.emory.edu/Bahri/Coetzee.html
http://en.wikipedia.org/wiki/J._M._Coetzee
http://nobelprize.org/nobel_prizes/literature/laureates/2003/coetzee-bio.html

.

.

11 yorum:

aslı hayvanı dedi ki...

spoiler korkusuyla yazıyı okumayacağım. zira aynı anda birden fazla kitap okuyamadığımdan kelli henüz başlamış değilim. ama gelecek haftasonuna bitmiş olur :)

Gülben dedi ki...

biliyorum çok adiyim...
ama senin sağ alt köşede bunu görmeyince bitirdin sandım, hatta bi titreme bile geldi: aslıhayvanı bitirdi mi yoksam gelirgelmez diye... içten içe kıllanmadım da diil: yav bu kadın hala şahbaz diyo, choke diyo, barbarlar bitmemiş diil de daha girmemiş olabilir mi listeye şeklinde...

aslı hayvanı dedi ki...

yok yok onlar okudum olanlar :) yanıltıcı olmuş.

Gülben dedi ki...

yanıltıcı listeni seviiim senin. ben şimdi ne okuyim diye helecanlıyım. robinsondan aldığım 4 tane kitabım var, bi de ondan önce aldığım 2 tane kitabım var. bi de mario :( ve diğer sürüklenen bazı kitaplar var.

şule dedi ki...

hah ben de tam mario'yu soracaktim sana paigecim. bu sefer de üzdü mü seni levi amca? beni yine çok sarmadı açıkcası...

Gülben dedi ki...

off acaip sıkıldım şulecim.
tam türk filmi (dizisi) gibi kitap :( araya azıcık azınlık nosyonu attırmış yine gerisi yeşilçam melodramı...
ara ara kendisine geri dönücem ama sanırım çok zor olucak sonuna varmam...
ama şimdi süper bi kitap okuyorum, hiç mario çekemem :)

aslı hayvanı dedi ki...

mario şööle kendimize acı çektirmeyi sevdiğimiz gençlik yıllarımızın yazarı olabilir mi? bizim yaşımızda kime sorsam "artık çekemiyor" mario'yu :) (ben hiç çekemedim ya neyse)

Gülben dedi ki...

sen şimdi mario'yu boşver de, hadi barbarları oku. sonra senle edebiyat günleri (günceleri mi desem yoksa??) yapıcaz, kilim desenli bi mekanda, el örgüsü yelek giyerek...

aslı hayvanı dedi ki...

ahahah, saz da olacak mı ortamda?

şule dedi ki...

ben de gelip türkü çığırayım o zaman. haber verin.

aslı hayvanı dedi ki...

kitabın yarılarındayım. hakkaten şahane. coetzee abimiz de yabaniliği ve otizmiyle biraz bize benziyor. biraz da o yüzden mi sevdik kendisini ne?