24 Ocak 2009 Cumartesi

Az acılı şalgam suyu gibi

Pzts günü ofisten içimiz hafif daralaraktan çıktık. Yollar uzun, işler çok. Havaalanına gereksiz erken gittik. İstanbul trafiği bazen hiç belli olmuyor. Acaip şarap içesimiz var (ne zaman yok ki?) ve de iç hatlarda güvenliği geçtiğiniz anda şarap içebileceğiniz hiçbir yer yok. Eskiden divan olan yerde (artık kokpit) ve tike’de şarap varmış (allah allah). Güvenliği geçmişiz, şarap için geri dönecek ve sonra şarap içip tekrar güvenlik sırasına girecek, kemer – saat – çizme falan çıkartacak halimiz hiç yok… North shield’de (north shield’e north shields demeyelim, diyenleri dövelim) oturduk, transfat patlaması yaşayan bir sosis tabağı ısmarladık ve “şarap?” dedik. Garson “hepsi var” dedi. “Şarap?” sorusuna “hepsi var” cevabı hiç beklenmedik ve anlaşılması mümkün olmayan bir cevap. Meğer hem kırmızı, hem de beyaz varmış. Vaaayyy çok iyi. İkisi de küçük şişe, kadeh olarak kabul ediliyor… Olsun getir koçum.


Uçuşumuz 1 saat 10 dakika sürecek, 5.sıradayız dediği anda pilot, uyudum. İndiğimizde hava ılık, daha önceleri havaalanında burnumuza keskin keskin ulaşan kebap kokusu yok bu sefer, rüzgar ters taraftan mı esiyor nedir?

Taksiye bindik ve otelin adını söyledik –“sürmeli”. Taksi şoförü bizi “mavi sürmeli” diye bir otelin önünde indirdi. Daha indiğimiz anda yoğun bir sıkıntı bulutu çöktü üstümüze. “Ben bu acentada çalışan her insan evladının anasını da... avradını da...” falan diye sevdiğim bazı cümleleri mırıldanarak içeri girdim, ister istemez – daha çok istemez bir halde. Resepsiyondaki göbekli ve alnı terli çocuk bir süre önündeki envai çeşit kağıtta isimlerimizi ve rezervasyonlarımızı aradı… sonra içerden bi “yetkili” geldi ve “falanca (şimdi hatırlayamıyorum) acenta di mi?” dedi, daha cevabımızı beklemeden “viktorya var mı?” diye cümleye devam etti… 2si sarışın, 1i esmer 3 non-viktorya olan bizler, kendisine bel bel baktıktan sonra, “viktorya yok da, başka sürmeli var mı?” sorusunu sorduk. Vardı. Allahtan. “Oldu o zaman” dedik, hadi size iyygünnnneerr.
Meğer biz Büyük Sürmeli’de kalıyormuşuz. Viktorya da Mavi Sürmeli de… Yani sanırım.


Sabahı ettik. Sabahın köründe camı açtım, bir nefes aliyim diye. Gördüğüm manzara buydu. Bu kısım biraz enteresan aslında. Sanki Fas, Marekeş falan gibi. Hele gece, arap mahallesi denen yerlerin yakınlarından geçiyorsanız, fas’ta olduğunuzu düşündürecek evler ve hayatlar var gibi. Ertesi sabah kalktığımda, bu bina 1 kat yükselmişti bile – çalışanlar o kadar yakındaydılar ki, çok turist turist bakmaya gayretlensem de, çekmedim fotoğraf.



Çıktık otelden bizim mağazaya gittik ama henüz açık değiliz o an itibari ile. Heryer koşuşturan, bi işe yarayan insanlarla dolu. Benim afyonum patlamamış, yiyelim - içelim - uyanalım - ayılalım diye askıntı oluyorum çoluk çocuğun üstüne. En sonunda yandaki bir “pastaneye” gidelim, bari kursağımıza bi lokma girsin’e ikna edebildim etrafımdaki diğer otelde-kahvaltı-etmeyip-uyumayı-tercih-etmişleri. Gittik, “2 çay biraz da şunlardan bunlardan” dedik. Çay denen şey cam bardakta (ince belli) içilir ve de uzaktan gelirken kendini renginden belli eder – doğrusu budur ya da. Bize gelen çay uzaktan beyaz, yakına gelince “vücudunuzdaki su miktarının yeterli olup olmadığını anlamak için çişinizin rengine bakın, beyaza yakın derecede çok açık sarı ise, su miktarınız uygundur” diye tarif edilen sağlıklı çiş renginde. Kendime hakim olamayarak, “çay daha demlenmemiş galiba, beklesek mi biz acaba?” dedim. Çayları getiren kız, “yok demli de, biz kaçak çay kullanmıyoruz, lipton bu kadar demli oluyor” dedi…
Öğlende kebap yemeğe gittik, içimizden biri “ben acı yiyemiyorum” deyince, kebapçıdaki garson “çok acı değil” cevabını verdi, “kime göre acı ya da değil?” dedim, “sizlere göre” dedi çocuk bana.

Bu sıcak kanlı, pratik zekalı ve de hazır-cevap insanlarımızın yaşadığı güzel ilimizde mağazamızı açtık, kahvemizi içtik, sonra hadi dedik biz gidelim koşturmacadan beyni dönmüş, o yüzden cevapları hazır olmayan garsonların memleketi istanbul’umuza.

5 yorum:

ece arar dedi ki...

delisin. nefissss yazı. yanındaymış kadar oldum. mesela çayla ilgili o cümleyi söylerken yüz ifadeni biliyorum... ayrıca "size göre" demesi garsonun, bence süperötesi bi ifade biçimi. bayıldım. ay noolur her gün yaz.

nazif dedi ki...

o garsonun "hepsi var" cevabını okuduğum anda "yapma hayrettin, yapma hayrettin" diye mırıldanmışım. neler yaptınız kimbilir zavallıya da insan hakları dernekleri başınıza üşüşmesin diye yazmıyorsunuz.
ayrıca her ne kadar sağlıklı çiş konusundaki didaktik betimlemenizden çok etkilenmiş olsam da bu yazı dişimin kovuğuna gitmedi. koskoca turneye çıktınız, bu kadarcıkla geçiştirmek olmaz, daha isteriz.

Gülben dedi ki...

syn hocam, bu profil fotosu yoksa "öbür" blogunuzun bir habercisi mi? gotik makyaj yolda mı?
yav gittik onca yolu, yedik kebapları geldik işte :-p

aslı hayvanı dedi ki...

şarap olayını okurken nazif'le aynı oldum yannız. sırtımdan aşaaa sovuk terler dökendi. bizde bile travma olmuş demek :D

nazif dedi ki...

efendim bu resmimi dün tamamladım. yaratma yolculuğumdan bahseden bir yazı yazacaktım bloguma, onun için profilime koymuştum.
yazıya daha büyük çözünürlüklü bir fotosunu ekleyeceğim, umarım beğenirsiniz.