25 Ekim 2009 Pazar

"i just found this world a hard place to be good in"

.

.
penny charade
libby

"have you any idea how much i despise you?" spits mrs pennington...
"auden said it all: 'we must love one another or die.'" says mrs brooks...
and bunny junior feels he has become immune to this crazy grown-up world...
.

28 Eylül 2009 Pazartesi

Nice...


Sonbahar geldi.
Karadeniz’de kar bile yağmış ama bize henüz yağmurlar, rüzgarlar.
Sevdiğimiz insanlar tatillerini tamamladılar döndüler, hayvandan – gülsene, en bi sevdiğim büyükustaya ve sevip sevmememden bağımsız etrafta görmeye alışık olduğum insanlara kadar.
Kırmızılar yine sıcak sıcak içimizi ısıtmaya başladılar. Kırmızıları koyduğumuz kocaman şeffaflar geri geldiler sık kullanılan rafına, boğazkereler bizim.
Kırmızı ojeler de geri döndü, seyrek de olsa. Siyah yüksek topuklar da, artık tahta parkelerde ince topukların izleri sık sık.
Sabah tüm stresimi alıp götüren noir desir yüksek volume evde. Bu hafta Babylon açılıyor. Sonra Akbank Caz başlayacak, Ghetto’da Roxy’de Babylon’da. Santral İst’da Otto yenilendi. Tamirane’de fısıl fısıl muhabbetlere başladık bile zaten. Filmekimi gelecek. Oz filmler seçecek, biletler alıp sadece bir cmts üstüste 3 filme gidip diğerlerinin hiçbirine gitmeyeceğiz muhtemel.
One More Person terk etti alemi... Tam da Lost çalarken inceden sızıntılı. Ama kendisini hakkaten sevdiğimden mi yoksa en içimden bir yerlerden iyi olacak diye düşündüğümden / iyi olsun istediğimden mi nedense hayatımda belki de ilk kez kötü ayrılmadım... Genelde ayrılırken tiksinen ben; O.M.P. için istiyorum ki: turuncu saçları kadar renkli olsun gelecek günler.
Tw’da K.V.’u ara ara duyunca, sanki sevdiğim bir bara gitmişim de, bir anda karşıma çıkmış gibi hissediyorum... Sevdiğin bir barda, sevdiğin bir adamı görmekten daha güzel ne olabilir ki!
Ve de uncle alex’in de dediği ve bize dedirttiği gibi: if this isn’t nice, what is?

5 Eylül 2009 Cumartesi

Not for Sale

Eski aşkım votkaya döndüm.
Daha çok yeniyiz birlikte, kendisi bu sıcaklardaki ferahlatma hali ile kandırdı beni yine. En son ne zaman beraberdik tam hatırlamamakla birlikte, uzun bir birliktelik olmayacağını düşünmekteyim, eylül artık, yakında kocaman şeffaflarda avuçlarımızı dolduran kuru sıkı kırmızıların zamanı olacak...
Artık eylül ve oldukça boktan geçen bir yaz bitiyor, sonbahardan biraz beklentim var, en azından 2 tane planlanma aşamasında seyahatim var; yaz sıcaklarından da acaip sıkıldım zaten.
Yaz sıcakları, safi pide yemeler, gün boyu oruçlar falan derken; zaten kıt zekası olan halkımızın beyni iyice pideye döndü sanırım.
Saçmalamalar üstüne saçmalamalara denk geliyorum.

Geçen gün Moda’da bir ilan gördüm, “sahibinden” olanlardan. Moda da o gün nasıl sakin, nasıl huzurlu; deniz şıkır şıkır, bebek gezdiren 2-3 kadından başka insan yok sokakta... Bitişik nizam, haftasonları katliam falan ama yaşanası gibi geldi. Aradım telefon numarasını, gayet normalmiş gibi bir sesi olan bir adam açtı. İşte “pardon” dedim, “müsait miydiniz”... “Bugün gelecek olan siz miydiniz” dedi, “yok” dedim, “ben demin geçtim de önünden, ilandan şeyettim”... “Gelin o zaman, burda konuşalım” dedi. “Geçtim ben artık ordan” dedim, “ne kadardı acaba?” “Fiyatı önemli değil, teşekkürler” dedi adam; kapattık telefonları...
Şimdi acaba, adam ani bir travma geçirip, “evim beğeniliyor demek ki satmiyim mi” dedi bir anda; yoksa amca aslında nuri alço falan mı, evi görmek için gidince “hava da çok sıcak, bi gazoz veriyim mi yavrum?” diyor gelenlere...


27 Ağustos 2009 Perşembe

Aborjinlere hakaret...

methadras'a ithafen :)
(methadras şiddetle tiskinebilen hatta hızla nefret edebilen bir kişi olduğu için kendisine sevgimiz ve saygımız sonsuz.)

KGS kartı kullanımı ile ilgili bazı tespitleri olmuş, ordan yola çıkarak:

Dün Ankara’dan dönerken acaip yorgunduk.. Sürekli anons yapması gereken / işi anons olan kadına yüksek sesle “bi sussan keşke” diye söylenirken yakaladım kendimi bir ara – ama yorgun / dinlenik, tatil / iş ne olursa olsun; bu uçuşlarda en sevmediğim şey: uçağa binemeyen, binse de oturamayan, kendisi / karısı otursa da, karısı / kendisi yerleşemeyen, ısrarla bagaj olarak vermedikleri kendileri kadar çantalarını "başüstü dolaplarına" yerleştiremeyen insanlar ve bu insanlar yüzünden biz yerleşmesi ve uyuyası olan kişilerin koltuklarımıza oturmamızın zaman alması...

Bi de bu check-in görevlileri bazen (sanırım onlar da zaman zaman yolculara fena halde kıl olduklarından) aileleri bölüveriyorlar çeşitli sıralara ve de koltuklara...

Dün de bir kadın (ki kendisi pek feminen bir görüntü de sergilemiyordu), kocası ile ayrı düşmüş (arka-arkaya koltuklar)... böyle bir oturamamalar, bir yanyana yer istemeler, dudak sarkmış, gözler nemli hostesten yardım isteyerek bakmalar falan..

Hostes öndeki adama “aileyi bölmesek, siz arka sıraya geçer misiniz?” dedi.

Adam direkt “hayır” dedi.

Biz kısa bir süre, "ulan acaba ben derdim" diye birbirimizle bir anket çalışması gerçekleştirdik ve vardığımız sonuç, çok net “hayır” oldu....

Yani özetle: Ben seni aborjin olarak değil, insan olarak sevmiyorum... (umut'un hastasıyız, o ayrı)


23 Ağustos 2009 Pazar

Barefoot

Tarantino’yu sevdim. Hatta status update’ime @ glourious basterds yazmışım – daha uygun oldu bile dedim. Ama şimdi herkesler pek seviyorlar diye hafif kıllanmak üzereyim. Neyse ben zaten en çok Stiglitz’i sevdim, gazetemin enn bi filmeleştirmeni “tek ifade ile oynadığını” yazmış kendisinin - mühim olan da o değil mi demek istiyorum…

Carl-Johan’ın adını uzun uzun yazmaya pek zorlandığım, kısaca Hercules Barefoot diyebileceğimiz, güzel kitabını bitirdim. CJ’ın deli olduğuna daha önce karar vermiştik zaten. Net tespit. Kendisi deli.
(Bu arada Stiglitz’i oynayan Til Schweiger’in Berlin’de kendi production company’si olması ve de adının Barefoot Films olması?!?!)



Şimdi Kurt Vonnegut okuyorum, God Bless You Mr.Rosewater. Kendisi hakkında herhangi birşey bilmiyorum - raflar arasında oturulup, ilk bikaç sayfa okunarak alınan kitaplardan, umutluyum.
...
Yaz bitiyor.. Ama hala vakit varken, her gece teraslı / açık havalı bir yerlerde soğuklar tüketmek mümkün (dün yazıyordu galiba, okudunuz mu? malezyada bir kadın (32 yaşında, (ne önemi varsa yaşının)) bira içiyor diye kırbaç cezasına çarptırılmış!)…
Bugün Tamirane’de Chet Baker Project vardı mesela, mekan sessiz, huzurlu; yemekler güzel, şarap şahaneydi.
...